Genç Yazılar
Genç Hikayeler
Genç Şiirler
Genç Makaleler
Genç Fikirler
Genç Mizah
Haftanın Genç Yazısı
Genç Yazarlar Komitemiz
Üyelik İşlemleri

mail.jpg (2821 bytes)

Yazılarınızı göndermek için tıklayın

 
Bu yazı 783 kez okunmuştur.
HZ. MEVLANA BUYURUYOR...

 

           MESNEVİ'DEN

 

Ehlullah, Hz. Mevlana’nın “Mesnevi” sinin 5. cildinde geçen uzun ve içerisinde pek çok hikmetler barındıran bir hikayeyi şöyle özetler:

        Bir çiftçinin hasta ve zayıf bir eşeği vardı. Zavallı eşek sabahtan akşama kadar bir tutam ot için kayalıklarda dolanır, yine de karnını doyuramazdı. Bu kayalığın üst tarafları ise kamışlık ve ormanlıktı ama eşek korkusundan oraya yaklaşmazdı. Zira ormanda bir aslanın yaşadığını biliyordu. Bir gün bu aslan fille mücadele etmiş ve yorgun düşmüş, avlanamaz olmuştu. Onun artığıyla geçinen diğer orman hayvanları da o gün onunla birlikte aç kaldılar. Yorgun aslan tilkiyi yanına çağırdı ve:

- Ormandan çık da etrafa bir göz at bakalım. Otlayan bir öküz veya eşek bulursan onu kandırarak yanıma kadar getir. Benim oralara gitmeye gücüm yok ama yanıma yaklaşan avı parçalamaya muktedirim. Onun birazını ben yerim gerisi de size kalır, dedi.

Mevlânâ'ya göre buradaki aslan -bir cihetle- akıldır, diğer hayvanlar da akla hizmet eden organlar gibidir. Akıl güçlü olursa bütün organları besler. Ama o güçsüz kalırsa diğerleri de aç kalırlar. "O halde sen de tilki gibi aklın için avlan ki o seni de beslesin kendisini de."

Hasılı aslandan bu emri alan tilki hemen dağdan aşağıya taşlık sahraya doğru koştu ve orada otlamaya çalışan bitkin eşeği buldu. Tilki ona hal hatır sordu ve güya acımış gibi sordu:

- Yahu arkadaş! Bu taşlık ve otsuz yerde böyle yapayalnız ne yapıyorsun, bari karnını doyurabiliyor musun?

Eşek önce şükür yolunu tutup:

- Gerçi çok doyduğum söylenemez ama madem ki Cenab-ı Hak böyle takdir etmiş, halime şükür. İster ot, ister diken olsun, rızkımı veren bana bu kadarını uygun görmüşse daha fazlasını istemek küfür olur, dedi. (5/94)

Mevlânâ burada da bir parantez açıyor ve eşeğin şikâyet etmemesini takdir ederek şöyle bir tespitte bulunuyor: "Senin gerçekte tek dostun var, o da Cenab-ı Hak'tır. Onun dışındaki herkes yabancı sayılır. İnsanın kendi dostunu yabancıya şikâyet etmesi hiç dostluk adabına sığar mı?" Ne ince bir mesele... Demek ki birine dert yanmakla aslında Cenab-ı Hakk'ı şikâyet etmiş olmaktayız. Diğer taraftan, eşeğin bulunduğu hale rızası bir nevi zillet olarak da hatıra gelebilir. Daha iyisi dururken azla yetinmek niçin? Hz. Mevlânâ hikâyenin burasında yeni bir başlık açıyor ve aslında her nimetle beraber bir de külfet bulunduğunu ve bazan elde edilen nimetin çekilen zahmete değmediğini belirtiyor.

Tilki tilkiliğiyle eşeğe mağlup olacak değil ya! Suret-i Hak'tan görünerek eşeğe şu yollu nasihat etmeye başladı:

- Şükrün güzel ama helal rızık aramak da farzdır. Lakin rızık da sebepsiz gelmez. Rızkın anahtarı bizim çalışıp çabalamamızdır. O kapı çalışma anahtarı olmadan açılmaz. O halde sen de bu çorak yerde otlamaktan vazgeç de rızkını daha yeşil yerlerde ara. Eşek hikmet gösterip dedi ki:

- Köpek ve domuzlardan bile rızkını esirgemeyen Hak Teala beni mi mahrum edecek! Hem bilmez misin ki kimse hırs ile sultan olmadı. Sen rızka karşı nasıl hevesliysen rızkın da öylece sana arzuludur, gelir seni bulur. Acele etmekle kendini boş yere üzüp yormuş olursun... (5/96)

Hasılı bir eşek söyledi, bir tilki... ve rızık bahsi böylece uzayıp gitti. Sonunda ikisinde de söyleyecek söz kalmadı. Nihayet tilki asıl maksadına gelip dedi ki:

- Senin böyle çorak bir taşlıkta sürünmen düpedüz ahmaklık. Ben öyle bir yer biliyorum ki tam senin şanına layık. Cennete benzeyen o yerde her taraftan sular akmakta, çayır çimen bitmede. Orada bütün hayvanlar sağlıklı, gürbüz ve mutlu.

Daha yukarıda bilgece sözler söylemiş olan eşek bu yalanlar karşısında gevşemeye başladı ve tilkiye şunu sormayı akıl edemedi:

- A alçak! Madem ki orası senin tarif ettiğin gibi. Peki sendeki bu zayıflık neyin nesi! Söylediğin o güzelliklerden niçin senin üzerinde bir iz ve belirti yok?

Hz. Mevlânâ'ya göre bunun sebebi eşeğin söylediği evvelki sözlerin adamı olmaması. Tilkiye söylediği delillerin hiçbirisi eşeğin kendisine fayda etmiyor ve kandırılmaktan alıkoymuyor. Niçin? Çünkü o bir mukallit. Mukallit ise halka söyler ama kendisi tutmaz.

 

        (Evet... Bazıları dünyaya çağırır. Buradaki çayır, çimen, pınarlar vs. dünyalıklardır. “Bu dünyada hayatını yaşayacaksın, keyfini süreceksin, dünyayı bırakmak aptallıktır, bırak bağnazlığı” derler. “İyi hoş da... Sende ne var? Sen mutluluğu bulabilmiş misin? Göster bakalım mutluluğunu” dediğinizde sözlerinin doğruluğuna ait bir nişan bulamazlar. Sen dünyalıklar arasında keyfini sürüyorsun da bu halin ne? Bu kadar bağımlılıkların, sıkıntıların, dertlerin, kaygıların, endişelerin, kavga gürültülerin, sebeplere zebunluğun ne iştir? Yine de tilki gibi çağırırlar zevkü sefaya, keyiflere, eğlencelere, tantanalara...)

Böylece ot hırsına kapılan eşek tilkinin peşine takılıp aslanın yuvasına doğru yürümeye başladı. Peki ama hırs eşekte var da aslanda yok mu? Tilkinin peşindeki eşeği gören yorgun aslan beklemeye tahammül edemedi, uzaktan kükreyerek avının üzerine atıldı. Eşek de can havliyle geriye sıçradı ve bütün gücüyle aşağılara doğru kaçtı. Beriki de güçsüz olduğu için onu takip edecek dermanı kendisinde bulamadı ve avını elinden kaçırdı. Tilkinin canı sıkılmıştı. Aslana:

- Niçin böyle sabırsızlık gösterdin? Bak hem av kaçtı hem de güçsüz olduğun anlaşıldı, diye sitem etti. Aslan dedi ki:

- Haklısın ama ben bu kadar dermandan düştüğümü bilmiyordum. Açlık da sabrımı elimden almış, düşünemez olmuşum. Ama şimdi iş yine sana düşüyor. Tekrar eşeğin yanına git de ne yap et aklına gir, onu kandırıp yanıma getirmeye çalış. Bu sefer aynı hatayı tekrar etmeyeceğim.

Bu kısımdan da şu hisse çıkıyor ki hakiki aslanlık kendi hırsına mağlup olmamaktır. Yoksa aslan bile eşeğe zebun olmakta.

Beri tarafta tilki aslanın emriyle şansını denemek üzere yeniden aşağılara, eşeğin bulunduğu yerlere doğru gitti. Bir yandan da içinden şöyle diyordu:

- Bir daha onu kandırabilir miyim? Görünüşe göre hayır. Zira bir kere bu can korkusunu yaşayanın aynı hatayı tekrar etmesi imkansız. Eşek bana uyup yukarılara geldiğine bin kere pişman olmuş, tevbeler etmiştir. Etmiştir ama eşeklik onda baki kaldıkça ne tevbesi bir işe yarar ne de tecrübesi. (5/101)

 

         (Evet... Gönül körlüğü yanlış hareket ettirir. Eşek çektiği korkuyu unutur, bu da eşekliğinden uzak bir şey değil. Yoksa bu dünyanın sillesini yiyip yiyip tekrar dünyaya sarılanlar, yaşadığı korkulardan sonra tekrar dünyaya koşanlar, dünyayı bırakamayanlar, yüzünü Allah’a, sırtını dünyaya dönemeyenler, dünyanın mezelletine razı olanlar, aynı bu şekilde, gönülleri kör ve eşek kafalı mı oluyor?)

   Tabiatıyla, bu hikâyede eşekten kasıt, eşek kafalı insanlar. Mevlânâ'ya göre nasıl eşek kellesi çocukların oyuncağı olursa, eşek kafalılık da insanı çocuklara oyuncak eder. Peki ama eşeğin tilkiye ikinci defa kanacağı ne malum? Belki de o bu tecrübeden gerekli dersi çıkarmıştır. Kim bilir? O halde neticeyi görmek için biz de yeniden onların yanına dönelim:

Tilki tekrar eşeğin yanına gelince can korkusundan ayakları titreyen eşek berikine nefretle bakarak:

- Ey kalleş, dedi, senin elinden bin kere el-aman. Benden ne kötülük gördün ki böyle sebepsiz yere canıma kıymaya kalktın. Sen sırf kötülüğü dolayısıyla sokmaktan zevk alan akrep gibisin. Ya da kendisine hiçbir faydası olmadığı halde başkalarının kötülüğünü isteyen şeytana benziyorsun! Şeytan da insanı güya sulara bahçelere çağırır ve tuzağa düşürür...

Eşeğin sitemlerini dinleyen tilki yeni bir kandırma yolu deneyerek lafazanlığa başladı:

- A zavallı dostum! O gördüğün şey gerçekte aslan filan değildi, bir büyüden ibaretti. Burası büyülü bir vadidir. Ama suç bende ki korkmaman için seni önceden uyarmayı unuttum...

Bu yalanlar eşeği daha da kızdırdı:

- Ya hu, ne utanmaz ne yüzsüz şeymişsin sen. Yüzünün derisi kalınlıkta gergedan derisinden de beter. Her ne kadar hakir bir eşek isem de benim de canım tatlıdır. Azraille yüz yüze gelmişken Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla canımı kurtarabildim. Benim bu gördüğümü bir çocuk görse bir anda kocalırdı. Bütün bu olanlardan sonra bir daha hiç sana kulak tutar, inanır mıyım! Anlaşılan o ki o kötü aslan beni kandırman için seni yeniden göndermiş, ama nafile, artık inanmam. Burada çalı yer ona şükrederim... (5/106)

Eşek ne kadar akıllı görünse de onun aklı dolma akıldır, iğretidir. Sonunda kanaat hakkındaki onca bilgisine rağmen eşek tilkiye yine kandı. Hırsıyla kör ve sağıra döndü ve:

- Aman, dedi. Böyle yaşamak da yaşamak mı sanki? Şayet bu işin sonu ölümse ölüm! Hiç olmazsa ölür de bu açlık azabından kurtulurum.

Böylece tilkinin ardına takılan eşek aslanın yanına gelince pusudaki aslan bir hamlede onu yere serip parçaladı. Lakin bu mücadele aslanı susatmıştı, avını bırakıp yakındaki pınara su içmeye gitti. Bu sırada tilki fırsattan istifade ederek eşeğin en değerli kısımları olan yüreğini ve ciğerini yedi. Aslan sudan gelip de yürekle ciğeri bulamayınca tilkiye:

- Bunun yüreğiyle ciğeri nerde, diye sordu. Tilki:

- Onda bu iki şey yoktu, dedi.

- Saçmalama! Hiç yüreksiz ve ciğersiz hayvan olur mu!

- Eğer onda bunlar olsaydı bir kere o korkuyu yaşadıktan sonra kendi ayağıyla tekrar buraya gelir miydi! (5/117)

Tilkiye bu sözleri söyleten Mevlânâ devam ediyor: "Eğer bir yürekte gönül nuru yoksa ona yürek denmez!. Kandilde ışık yoksa o kandil midir?" Değil mi ki:

Cû ki âbeş hest cû hod ân buved

Ademi ânest ki ora cân buved (5/2894)

Yani: Irmak ancak akan suyu varsa ırmaktır, insan da eğer aklı, fikri ve canı varsa insandır. Canı olmayanlar sadece bir şekildir, şehvet ekmeğinin maktulleridir onlar.”

 

         Hakikatin safasına ulaşabilme duasıyla...

 

 

Belirtilmedi
Bu yazıya oy verin < çok iyi > < iyi > < orta > < vasat > < kötü >
 
Genç yazarlar Kulübü / Web Tasarım : Orhancam